ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKARMIŞ…
Karadeniz’in şirin bir köyünden kalkıp gelmiş, okuyup adam olmak uğruna yatılı okulda mücadele eden iki delikanlı. İkisi de çocukluk arkadaşı… İlkokulu beraber okumuş, Akpınar Öğretmen Lisesini de birlikte kazanarak baba ocağından, sıcacık ana kucağından ayrılmış iki delikanlı. Birini yaşı henüz 15, diğerinin ise 17. Üçüncü yılını okuyorlardı bu yatılı okulda. Yaşları küçük ama idealleri büyük iki genç delikanlı…
O zaman şimdiki gibi ne cep telefonu var ne de istediğin zaman istediğin yere gidebileceğin araç var. Topu topuna 210 kilometrelik yolun iki gün gidişi, iki gün de dönüşü var. Kösere çevirir gibi koldan çevirmeli telefonla ilçeye tanıdığın varsa haber ulaştırabiliyorsun, o da ailene ulaştırıyor. Telgraf da önce ilçedeki tanıdığına ulaşacak, zaman sonra tanıdığın da ailene ulaştıracak… Allah razı olsun bakkal Rafet (Demirci) amcadan… Bu iki gencin çok kahrını çekti… mektuplarını, telgraflarını hep ulaştırdı bu gençlerin ailelerine. Yolculuklarında zaman zaman misafir etti kendilerini.
Yıl 1977, mevsim karakış. Uzunca bir bayram tatili gelmiş çatmıştı. Mevsimin kış olmasına rağmen havalar da pek güzel gidiyordu. 15 gün öncesinden ailelere mektuplar yazılmış ve tatilin müjdesi verilmişti. Yaşı küçük olan 15 gün sonra tatile geleceğini haber verirken, yaşı büyük olan biraz daha tecrübeli olacak ki, tatilde kış fazla olabileceğini yazarak tatile gelemeyeceğini yazmıştı ailesine.
Her ilçenin öğrencileri özel araçlar tutmuş hazırlıklar yapılmış ve yola çıkmak için sabahın olması dört gözle beklenir olmuştu. Nihayet tatil sabahı gelmiş çatmıştı. Ama tatile gitmek şöyle dursun, yatakhanelerden derslik binasına bile gitmek mümkün değildi. Gece öylesine bir kar yağmıştı ki, hiçbir canlı kıpırdayamaz duruma gelmişti. Karın kalınlığı birbuçuk, iki metre civarındaydı. Yaşı küçük olan delikanlı da bu durumda tatile gitmekten vazgeçti. Ama bunu ailesine bildirme şansları yoktu.
Bütün bu kötü şartlara rağmen delikanlıların olduğu ilçeden 8-10 kişilik bir grup öğlen sonuna doğru ana yolların açıldığını görerek tatil yoluna koyuldular. Ama bu iki delikanlı gidemezlerdi; çünkü ilçelerine gitseler bile ana yoldan köylerine kadar, o günün şartlarına göre en az üç saatlik yaya yolları vardı. Nasıl olsa devlet baba sobalarını yakıyor, sıcak çorbalarını da veriyordu. Öyleyse biraz daha hasretlik çekmek, bu meşakkati çekmekten iyidir diye düşündüler.
Yola çıkan diğer öğrenciler ancak ertesi günü ikindi sularında Dumantepe denilen yere kadar ulaşabilirler. Ondan sonrasına geçit vermez yollar. İlçeye 15-16 kilometre kalmıştır ama bütün ümitler tükenmiştir. İş makinelerinin açtığı yolu hemen arkasından tipi doldurur. Yol almak imkansızdır. O gece yolda kalınır ve ertesi günü (üçüncü gün) geri dönülür. Ancak tatile geleceğini bildiren gencin evinde bir telaş bir endişe vardır. Hep Allah’a dua ederler ki; yola çıkmamış olsun diye. Ne var ki bir kara haber yayılır köye. Okuldan tatile gelen öğrencileri getiren araç Dumantepe’de mahsur kalmış ve öğrenciler evlerine gitmek için yaya olarak yollara düşmüş. Ateş bacayı sarmıştır delikanlının baba evinde. Bu havada donarak ölmemeleri mümkün değildir… diye düşünürler. Küçük olan delikanlının ailesinden cenaze çıkmış gibi ağıtlar yükselmeye başlar. Baba hemen konu komşuyu toplayarak gerekli tertibatı aldıktan sonra yol boyunda arama yapmak için yollara düşer. En azından geçecekleri yerdeki boş yayla evlerine sığınmış olabilir. Öyleyse yardımına gitmek lazımdır. Küçük olanın evinde bu telaşa varken, büyük olan delikanlının ailesi oldukça rahattır. Hatta babası evin önünde türküler söyleyerek oğlunun gelmeyecek olmasına sevinir. Onun bu hali diğer komşuyu oldukça üzer.
O gün yapılan aramalarda delikanlının hiçbir izine rastlanılmaz. Akşam karanlığı ile aramaya son verilir ve sabahın olması beklenir.
Ertesi gün henüz gün ağarmadan küçük olan delikanlının kapısı acı acı çalınır. Evin babası kapıyı açtığında karşısında büyük delikanlının babasını görür. Bu iki komşu o zamana kadar birbirlerine uzun süredir küsdürler ve konuşmazlardı. Ama şimdi işin rengi birden bire değişmiştir. Bir gün önce türküler söyleyen baba iki gözü iki çeşme kapıdadır. Çabuk der komşusuna… Çabuk çocukları kurtaralım. Diğer baba şaşkın ve ne olduğunu anlamaya çalışır. Ne oldu, telaşın nedendir, bir gecede seni değiştiren ne oldu ki bu kadar telaşlandın diye sorar. Devam eder büyük olan baba : “Bu gece rüyamda çocukları gördüm. Benim oğlan gelmeyeceğim demişti ama, rüyama girdi. Arkadaşım gelirken ben de dayanamayıp yola çıktım. Ama size ulaşamadık. Biz şimdi yayladaki boş evlerden birinde donmak üzereyiz. Üzerimiz karlarla kaplandı. Yetişin… Bizi kurtarın diyordu. Çocuklar yayla evlerinde… Çabuk olalım, onları kurtaralım…” diye feryat eder. Hayırdır inşallah diyerek konu komşu tekrar yollara düşerler. Aramadık yayla evi, dağıtılmadık kar yığını bırakılmaz. Evin açık aralıklarından rüzgarın sürerek yığıntı haline getirdiği kar yığınına hep birlikte son bir ümitle dalınır ama bulunamaz çocuklar. Ümitler bitmiş, çareler tükenmiştir.
Bu arada komşulardan birisinin aklına bir fikir gelir. Hazır buraya çıkmışken asfalta (ana yola) ne kaldı ki, şurası bir kilometre var yok… İlçeye giderek okuluna bir telefon edip durumu öğrenelim, der. Babaların aklına bu hiç gelmemiştir. Ama hâlâ daha tatile gelmeyeceğini söyleyen gencin babası rüyanın etkisinden kurtulamamıştır ve “benim oğlum bu yayla evlerinin birinde ve şu anda can çekiştiriyor…” diye ağlar. Bir gün önce neşe içinde türküler söyleyen adam yıkık bir virane gibidir artık.
Son çare ilçeye gidilmesine karar verilir. Tabi ki gidilecek ilk yer bakkal Rafet (Demirci) Amca’dır. Soluk soluğa varılır Bakkal Rafet amcaya. Durum anlatılır. Rafet amca her zamanki o güler yüzüyle kıs kıs güler ve o meşhur esprisini yapar. “Kımkımı da kımkımı…” diyerek başlar söze. Şu anda telefonların çalışmadığını söyler. Ancak der; çocuklar iki gün önce bir telgraf çektiler bana. Tatile gelmeyeceklerini bildirmişler ama ben size ulaştıramadım telgrafı, der. Bu haber üzerine iki gencin babası dünyaya yeniden gelmiş gibi olurlar. Rafet amca onlara çay çorba söylemek ister, akşam oldu yarın dönün köyünüze diyerek misafir etmek ister ve ısrar eder, ama bu babaları bir dakika daha tutmak mümkün değildir. Öyle ya, kendileri durumu öğrenmiş ve rahatlamışlar ama köyde kalan analar ve çocuklar (gençlerin kardeşleri) hâlâ daha yastadır. Onlara da tez elden haber götürmek gerekir. Ellerine iki kuru ekmek alan bu babalar, akşam karanlığında düşer yollara….
Değerli okuyanlarım. Bu olay birebir yaşanmış olaydır.
Kırkbir yıl sonra bunları neden yazdım. Belki de nerden nereye geldiğimizin bir mukayesesini yaptım. Kim bilir belki de kendimizin dışında gelişen olaylara ne denli duyarlı olduğumuzu hatırlatmak istedim.
Belki çok şey anlatmaya çalıştım, belki de hiçbir şey anlatamadım.
Son bir not: Bu gençlerden birisi şu anda askeriyeden emekli, diğeri de emeklilik günlerini sayan bir öğretmen.
Allah (c.c) yarınlarımızı aydınlık, gönüllerimizi mutlu kılsın.
11.11.2018
Yaşar GEBEŞ
O zaman şimdiki gibi ne cep telefonu var ne de istediğin zaman istediğin yere gidebileceğin araç var. Topu topuna 210 kilometrelik yolun iki gün gidişi, iki gün de dönüşü var. Kösere çevirir gibi koldan çevirmeli telefonla ilçeye tanıdığın varsa haber ulaştırabiliyorsun, o da ailene ulaştırıyor. Telgraf da önce ilçedeki tanıdığına ulaşacak, zaman sonra tanıdığın da ailene ulaştıracak… Allah razı olsun bakkal Rafet (Demirci) amcadan… Bu iki gencin çok kahrını çekti… mektuplarını, telgraflarını hep ulaştırdı bu gençlerin ailelerine. Yolculuklarında zaman zaman misafir etti kendilerini.
Yıl 1977, mevsim karakış. Uzunca bir bayram tatili gelmiş çatmıştı. Mevsimin kış olmasına rağmen havalar da pek güzel gidiyordu. 15 gün öncesinden ailelere mektuplar yazılmış ve tatilin müjdesi verilmişti. Yaşı küçük olan 15 gün sonra tatile geleceğini haber verirken, yaşı büyük olan biraz daha tecrübeli olacak ki, tatilde kış fazla olabileceğini yazarak tatile gelemeyeceğini yazmıştı ailesine.
Her ilçenin öğrencileri özel araçlar tutmuş hazırlıklar yapılmış ve yola çıkmak için sabahın olması dört gözle beklenir olmuştu. Nihayet tatil sabahı gelmiş çatmıştı. Ama tatile gitmek şöyle dursun, yatakhanelerden derslik binasına bile gitmek mümkün değildi. Gece öylesine bir kar yağmıştı ki, hiçbir canlı kıpırdayamaz duruma gelmişti. Karın kalınlığı birbuçuk, iki metre civarındaydı. Yaşı küçük olan delikanlı da bu durumda tatile gitmekten vazgeçti. Ama bunu ailesine bildirme şansları yoktu.
Bütün bu kötü şartlara rağmen delikanlıların olduğu ilçeden 8-10 kişilik bir grup öğlen sonuna doğru ana yolların açıldığını görerek tatil yoluna koyuldular. Ama bu iki delikanlı gidemezlerdi; çünkü ilçelerine gitseler bile ana yoldan köylerine kadar, o günün şartlarına göre en az üç saatlik yaya yolları vardı. Nasıl olsa devlet baba sobalarını yakıyor, sıcak çorbalarını da veriyordu. Öyleyse biraz daha hasretlik çekmek, bu meşakkati çekmekten iyidir diye düşündüler.
Yola çıkan diğer öğrenciler ancak ertesi günü ikindi sularında Dumantepe denilen yere kadar ulaşabilirler. Ondan sonrasına geçit vermez yollar. İlçeye 15-16 kilometre kalmıştır ama bütün ümitler tükenmiştir. İş makinelerinin açtığı yolu hemen arkasından tipi doldurur. Yol almak imkansızdır. O gece yolda kalınır ve ertesi günü (üçüncü gün) geri dönülür. Ancak tatile geleceğini bildiren gencin evinde bir telaş bir endişe vardır. Hep Allah’a dua ederler ki; yola çıkmamış olsun diye. Ne var ki bir kara haber yayılır köye. Okuldan tatile gelen öğrencileri getiren araç Dumantepe’de mahsur kalmış ve öğrenciler evlerine gitmek için yaya olarak yollara düşmüş. Ateş bacayı sarmıştır delikanlının baba evinde. Bu havada donarak ölmemeleri mümkün değildir… diye düşünürler. Küçük olan delikanlının ailesinden cenaze çıkmış gibi ağıtlar yükselmeye başlar. Baba hemen konu komşuyu toplayarak gerekli tertibatı aldıktan sonra yol boyunda arama yapmak için yollara düşer. En azından geçecekleri yerdeki boş yayla evlerine sığınmış olabilir. Öyleyse yardımına gitmek lazımdır. Küçük olanın evinde bu telaşa varken, büyük olan delikanlının ailesi oldukça rahattır. Hatta babası evin önünde türküler söyleyerek oğlunun gelmeyecek olmasına sevinir. Onun bu hali diğer komşuyu oldukça üzer.
O gün yapılan aramalarda delikanlının hiçbir izine rastlanılmaz. Akşam karanlığı ile aramaya son verilir ve sabahın olması beklenir.
Ertesi gün henüz gün ağarmadan küçük olan delikanlının kapısı acı acı çalınır. Evin babası kapıyı açtığında karşısında büyük delikanlının babasını görür. Bu iki komşu o zamana kadar birbirlerine uzun süredir küsdürler ve konuşmazlardı. Ama şimdi işin rengi birden bire değişmiştir. Bir gün önce türküler söyleyen baba iki gözü iki çeşme kapıdadır. Çabuk der komşusuna… Çabuk çocukları kurtaralım. Diğer baba şaşkın ve ne olduğunu anlamaya çalışır. Ne oldu, telaşın nedendir, bir gecede seni değiştiren ne oldu ki bu kadar telaşlandın diye sorar. Devam eder büyük olan baba : “Bu gece rüyamda çocukları gördüm. Benim oğlan gelmeyeceğim demişti ama, rüyama girdi. Arkadaşım gelirken ben de dayanamayıp yola çıktım. Ama size ulaşamadık. Biz şimdi yayladaki boş evlerden birinde donmak üzereyiz. Üzerimiz karlarla kaplandı. Yetişin… Bizi kurtarın diyordu. Çocuklar yayla evlerinde… Çabuk olalım, onları kurtaralım…” diye feryat eder. Hayırdır inşallah diyerek konu komşu tekrar yollara düşerler. Aramadık yayla evi, dağıtılmadık kar yığını bırakılmaz. Evin açık aralıklarından rüzgarın sürerek yığıntı haline getirdiği kar yığınına hep birlikte son bir ümitle dalınır ama bulunamaz çocuklar. Ümitler bitmiş, çareler tükenmiştir.
Bu arada komşulardan birisinin aklına bir fikir gelir. Hazır buraya çıkmışken asfalta (ana yola) ne kaldı ki, şurası bir kilometre var yok… İlçeye giderek okuluna bir telefon edip durumu öğrenelim, der. Babaların aklına bu hiç gelmemiştir. Ama hâlâ daha tatile gelmeyeceğini söyleyen gencin babası rüyanın etkisinden kurtulamamıştır ve “benim oğlum bu yayla evlerinin birinde ve şu anda can çekiştiriyor…” diye ağlar. Bir gün önce neşe içinde türküler söyleyen adam yıkık bir virane gibidir artık.
Son çare ilçeye gidilmesine karar verilir. Tabi ki gidilecek ilk yer bakkal Rafet (Demirci) Amca’dır. Soluk soluğa varılır Bakkal Rafet amcaya. Durum anlatılır. Rafet amca her zamanki o güler yüzüyle kıs kıs güler ve o meşhur esprisini yapar. “Kımkımı da kımkımı…” diyerek başlar söze. Şu anda telefonların çalışmadığını söyler. Ancak der; çocuklar iki gün önce bir telgraf çektiler bana. Tatile gelmeyeceklerini bildirmişler ama ben size ulaştıramadım telgrafı, der. Bu haber üzerine iki gencin babası dünyaya yeniden gelmiş gibi olurlar. Rafet amca onlara çay çorba söylemek ister, akşam oldu yarın dönün köyünüze diyerek misafir etmek ister ve ısrar eder, ama bu babaları bir dakika daha tutmak mümkün değildir. Öyle ya, kendileri durumu öğrenmiş ve rahatlamışlar ama köyde kalan analar ve çocuklar (gençlerin kardeşleri) hâlâ daha yastadır. Onlara da tez elden haber götürmek gerekir. Ellerine iki kuru ekmek alan bu babalar, akşam karanlığında düşer yollara….
Değerli okuyanlarım. Bu olay birebir yaşanmış olaydır.
Kırkbir yıl sonra bunları neden yazdım. Belki de nerden nereye geldiğimizin bir mukayesesini yaptım. Kim bilir belki de kendimizin dışında gelişen olaylara ne denli duyarlı olduğumuzu hatırlatmak istedim.
Belki çok şey anlatmaya çalıştım, belki de hiçbir şey anlatamadım.
Son bir not: Bu gençlerden birisi şu anda askeriyeden emekli, diğeri de emeklilik günlerini sayan bir öğretmen.
Allah (c.c) yarınlarımızı aydınlık, gönüllerimizi mutlu kılsın.
11.11.2018
Yaşar GEBEŞ
3 yorum